Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Sinan Tekdemir, 30 Mart 2019’da aynı iş yerinde çalıştığı erkek tarafından katledilen Fatma Şengül’ün kızı Açelya Şengül ile Fatma Şengül’ün dava süreci, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve kadın katliamlarına yönelik bir röportaj gerçekleştirdi.
Evinin önünde dört kurşunla öldürülen Fatma Şengül’ün kızıyım. 1994 doğumluyum. Öğretmenim, ancak dava süreciyle ilgilenmek için mesleğime ara vermiş durumdayım.
Katiller cezasızlıkla kurtulmak, en azından cezai indirim alabilmek adına avukatlarından aldıkları akılla bunu söylüyorlar. Deli taklidi yapıyorlar. Zira akıl sağlığı yerinde olamayan birinin cezai ehliyeti yok. En kötü ihtimalle akıl hastanesine yatırılacak bu şahıslar. Akıl hastanesi ile hapishane arasında bir tercih yapıyorlar ve akıl hastanesinde yatmayı tercih ediyorlar.
ERKEKLER, MAHKEMEDE HAPİSHANE VE AKIL HASTANESİ ARASINDA TERCİH YAPIYOR
Bizim 28 Ekim’de ilk mahkememiz görüldü. Katil orada markete giderken annemi gördüğünü ve selam vermek istediğini, annemin ise kendisine senin o iğrenç yüzünü görmek istemediğini söylediğini, küçük düşürücü hakaretlerde bulunduğunu iddia etti. Bunun üzerine iki üç el ateş ettiğini söyledi. Ama şöyle bir durum var ki bizim evimizin orada market yok. En yakın market iki üç kilometre uzakta, yani arabayla gidilecek bir mesafede. Katilin evinin orada ise 5 tane market var. Katilin evi ile bizim evimiz arasında 2 kilometrelik dik bir yokuş var. Katil tansiyon hastası olduğunu ifade etti mahkemede.
Bu katilin yaşını ve hastalıklarını baz aldığımız zaman o dik yokuşu çıkması oldukça güç. Ben o yolu 45 dakikada yürüyebiliyorum. Markete gitmek için değil annemi öldürmek için oraya geldiği çok açık çünkü katilin üzerinden dolu bir tabanca ayrıca 11 adet de mermi çıktı. Zaten mahkeme başkanı da ilk duruşmada katile “Sen bu cinayeti resmen tasarlamışsın ilk ifadende de itiraf etmişsin.” dedi. Savcı ağırlaştırılmış müebbet istemiyle mütalaa verdi. Biz bunun eril zihniyetin bir sonucu olarak müebbet hapis cezasına düşeceğini düşünüyorduk. Ancak mahkeme heyeti indirim üstüne indirim uygulayarak 18 yıla kadar düşürdü.
Ben olayın aynı zamanda görgü tanığı olduğum için mahkeme heyetine beyan sunduğum sırada heyette bulunan kadın hâkim yakasını silkerek öf çekti. Bu durum kaybetmek kadar beni öylesine yaraladı ki… Düşünebiliyor musunuz, bir kadın hâkim, katledilen bir kadının katlediliş anını görgü tanığından hem de o görgü tanığı katledilen kadının kızı iken öf çekerek yakasını silkti. Kendisi de bir kadın olmasına rağmen, her an bir erkek tarafından katledilme ihtimali olan bir kadın olmasına rağmen bu hareketi yapması yargının zihniyetinin açık bir göstergesidir.
KADIN HÂKİM BENİ DİNLERKEN ÖF ÇEKEREK YAKASINI SİLKTİ. BU YARGININ ZİHNİYETİNİN AÇIK BİR GÖSTERGESİDİR
Önümüzde çok uzun bir yargı süreci var. Biz davayı geçtiğimiz Pazartesi günü itibariyle istinafa taşıdık, başvurumuzda bulunduk. Ancakyargının eril zihniyetinin yerleşikliği bizim maalesef ki adaletin tesis edileceğini düşünmemizi sağlayamıyor. Annemin katili bir kişi değil. Katile indirim üstüne indirim yapanlar da bu suça ortaktır. Her şeye rağmen davayı biz bir üst mahkemeye taşıdık. Ben müebbet hapis cezasını bile kabul etmiyorum çünkü benim annem artık toprağın altından çıkamayacak. İstinaftan da mahkemenin kararı doğrultusunda karar çıkması halinde Anayasa Mahkemesi o da olmazsa AİHM’e kadar başvuracağım. Bu davanın burada kalmasına izin vermeyeceğim.
Şule Çet’in davasından örnek vermek gerekirse katiller üç defa gözaltına alınıp serbest bırakılıyor. Ne zaman ki insanlar bu konuya ilişkin tepkilerini göstermeye başlıyor ve bir kamuoyu oluşuyor katiller ondan sonra tutuklanıyor. O şekilde mahkeme görülüyor. Kadın dayanışmasının gücü olmasaydı Şule’nin katilleri belki de şimdi aramızda dolanıyor olacaktı. Şule’nin davasında olduğu gibi Feray Şahin’in davasında yeterli kamuoyu baskısı oluşturulabilmiş olsaydı, Feray’ı katleden polis 1,5 yıl hapis yatıp tekrar elini kolunu sallayarak gezemeyecekti. O davadan çıkan tek olumlu şey Feray’ı katleden polisin polislikten men edilmesi oldu. Peki, bu yeterli mi? Bu erkeğin yarın başka bir kadını öldürmeyeceğinin garantisini kim verebilir? Toplum baskısı olmadan gerçek adaletin tesis edilmesi mümkün değil. Bu nedenle başta kadınlar olmak üzere toplumun çocuk istismarı, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve kadın katliamları gibi konulara duyarlı olması gerekiyor. Daha da önemlisi kadınların sokakları terk etmemesi yaşam hakkını savunması gerekiyor.
Cezasızlık. Erkekler cezasızlıktan güç buluyor. Kravat takmak, takım elbise giymek, pişmanım demek indirim üzerine indirim alınmasını sağlıyor. Annemin davasında gördüğünüz gibi katil 18 yıl ceza aldı, yatarı 7 yıl. Bu da 7 yıl sonra elini kolunu sallayarak sokakta dolaşacağı anlamına geliyor. Bu ülkede yemeğin tuzu yüzünden öldürülen kadınlar var. Ne de olsa üç beş yıl yatıp çıkacağım diye düşünüyor erkekler. Bu durum erkelerin potansiyel birer kadın katili olmasını sağlıyor. Erkeler öldürmekle kalmıyor, mesela intihara sürüklenen birçok kadın var. Erkek fiili işlemiyor ama kadının canına kıymasına neden oluyor. Bu durumda erkek suçsuzmuş gibi davranılıyor. Bu kadın intihar etti ama buna bir erkek sebep oldu. Dolayısıyla ortada bir suç, bir cinayet var ama mahkemeden çıkan karar intihar. Buradan bakıldığı zaman sorduğunuz sorunun en yalın cevabı cezasızlıktır.
ERKEKLER, CEZASIZLIK POLİTİKASINDAN GÜÇ BULUYOR
Geçtiğimiz yıllarda kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve kadın cinayetleri haberlerinin görünürlüğününü, bu fiillerin işlenmesini teşvik ettiğine yönelik tartışmalar dönmüştü hatta bu tezi savunan hükümet yetkilileri de olmuştu. Bu konuya ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
Nahide Opuz, devletin kendisini eşinin şiddetinden korumadığı gerekçesiyle 2002’de bir başvuru yapmıştı. Bu davanın ardından Türkiye, 6284 sayılı kanunu imzalamak zorunda kalmıştı. Bu kanun etkin bir şekilde uygulandığı süreç Türkiye’de kadın cinayetlerinin en aza indiği süreçti. Ancak bir süre sonra bu kanun “aile yapısına zarar veriyor” diyerek tartışılmaya başlandı. İmzanın geri çekilmesi tartışmaları dönmeye başladıktan sonra kanunun etkili bir biçimde kullanılmaz hale getirildi ve kadın cinayetlerinde tekrardan artış başladı. Kadın cinayetlerinin haberleştirilmesi ve bunun görünür olmasının teşvik ettiğini iddia etmek çok mantıksız.
Kadını koruyan bir yasa yok ise, kadın cinayetleri cezasız kalıyorsa teşvikin kaynağı bu durumun varlığıdır. Kadın şiddet gördüğü için karakola başvuruyor, karakolda barıştırılıyor eve gönderiliyor. Eve gidince şiddet artarak devam ediyor ve hatta kadın katlediliyor. Bakın 6284’ün imzalanmasını sağlayan NahideOpuz, 39 başvuruda bulunuyor. Sonuç alamıyor ve bulunduğu semtte korunamayacağını anlayınca kaçmak istiyor ve oradan kaçmak istediği sırada boşandığı erkek bindiği taksinin önünü keserek Nahide’nin annesini katlediyor. Sürecin devamında AİHM’e başvuruyor ve Türkiye mahkum ediliyor AİHM’de. 6284 bu sayede imzalanıyor Türkiye tarafından. Kadınlar tırnaklarıyla kazıyarak kazandığı 6284 günümüzde uygulanmadığı için günde ortalama beş kadın erkekler tarafından katlediliyor.
NAHİDE OPUZ’UN MÜCADELESİ SONUCUNDA KAZANDIĞIMIZ 6284, ‘AİLE YAPSINI BOZUYOR’ BAHANESİYLE UYGULANMIYOR, GÜNDE ORTAKLAMA 5 KADIN KATLEDİLİYOR
İkisinin arasında bir ayrım yapmak çok güç zira kadın cinayetleri her geçen gün artıyor dolayısıyla bunun görünürlüğü de artıyor. Bizler sokaklarda mücadele yürütüyoruz, yürüteceğiz çünkü yaşadıklarımı duymak istemiyorlar. Biz de onların kulaklarının dibinde bağırmaya yaşam hakkımızı savunmaya devam edeceğiz. Bu ülkede kadının şiddet görmesi için bahaneden bol bir şey yok. Makyaj yaptığı için, çalıştığı için, arkadaşlarıyla gezdiği için bu liste çok ama çok uzun. Şiddet dendiğinde fiziksel şiddet kastedilmiyor. Çoğu kadın tarafından sevgi zannedilen bir kıskanma şiddeti var.
Erkekler, kadının bir birey olduğunu kabul etmek istemiyor. Giyimine, makyajına, arkadaşlarına kısacası yaşamına müdahalede bulunmayı kendinde hak görüyor ve bunu sevdiği için yaptığını iddia ediyor. Maalesef ki bunu böyle gören kadınlarda azımsanamayacak kadar fazla. Buradan bakınca kadına yönelik şiddetin aslında görünürlüğünün pek de fazla olmadığını anlamak zor değil. Zira bu görünürlüğü ancak fiziksel şiddetin, katledilmenin ardından sağlayabiliyoruz. Bunların bile bir kısmı gün yüzüne çıkmadan geçip gidebiliyor. Dolayısıyla “sevgiden” kaynaklanan bu kıskanma şiddeti vb. durumlar daha da az görünürlük kazanıyor ama her üç ilişkiden ikisinde yaşanan bir durum bu.
Kadın yaşam ve özgürlük mücadelesinin içinde olan genç bir kadın olarak kadınlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Annem hayattayken mücadeleci bir kadındı. Annem çocuk istismarı, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, kadın katliamı gibi olaylara karşı aktif mücadele eden bir insandı. Beni de bu mücadeleye teşvik ediyordu. Kadınlara şunu söylemek isterim. Benim başıma gelmez, gelirse mücadele ederim vb. düşüncelerin içine girmemeliyiz. Ceren Özdemir’in katili mahkemede verdiği ifadesinde hedefinin Ceren olmadığını, önüne geldiği için onu öldürdüğünü, başkası gelseydi başka birini öldüreceğini söyledi. Sokaklarda bunun gibi çok sayıda erkek dolaşıyor.
Bu da demek oluyor ki; Türkiye’de yaşayan her kadın tacize uğrama, tecavüze uğrama, şiddet görme ve katledilme potansiyeli taşıyor. Hiçbir kadının can güvenliği yok. Dolayısıyla kadınlar olarak cins bilinciyle yaşam haklarımızı alanlarda savunmalıyız. Bunun yanında en az yaşam hakkımızı alanlarda savunmak kadar önemli olan başka bir şey ise öz savunma. Kadınlar olarak öz savunma tekniklerini öğrenmeli, geliştirmeli ve öz savunma hakkını kullanmaktan çekinmemeliyiz.
ALANLARI TERK ETMEMELİ VE ÖZ SAVUNMA HAKKIMIZI KULLANMALIYIZ
Gazete Praksis olarak Fatma Şengül’ün ve tüm kadınların adalet mücadelesinin zaferle sonuçlanmasını diliyoruz. Bu konuda üzerimize düşeni yapacağımızın sözünü de vermek istiyoruz. Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Annemin cinayetinin ve genel anlamda kadın cinayetlerinin görünürlüğünü arttırmaya çalıştığınız için ben teşekkür ederim. Çünkü basının ve kamuoyunun etkisi davalarımız için çok önemli.
Gazeteci – Gazete Praksis Genel Yayın Yönetmeni