Gazetemiz Kültür & Sanat editörü Jiyan Baran, şair Altun Çiçek ile kendisi, şiirleri ve ‘Tanrıçalar Cadılar ve Aykırı Kadınlar’ kitabı üzerine röportaj yaptı.
Altun Çiçek: Tanrıçalar Cadılar Ve Aykırı Kadınlar şiir atölyesinde iki kadının bir araya gelerek ortaya çıkardığı bir kitap. Planlanmadan kendiliğinden gelişen bir proje. Sevgili Banu Başeren’i tanıyana kadar şiir yazdığımı en yakınlarımın dışında bilen yoktu. Yazmak adına yaptığım en radikal adımdı. Bir sanat atölyesinin arka odasında iki kadın şiirler yazarak hayata başkaldırıyorduk. Ataerkil bir toplumda şiir yazmak bir kadının çokta haddi değil. Hele ki o kadın eş ve anneyse öncelikleri çok farklı. Sonradan ben o atölyeye başlamamın kendi devrimim olduğunu anladım. Bizi etkileyen kadınlar hakkında konuşup, onlara şiirler yazıp okurken Banu bu yazdıklarımızı neden bir kitap haline getirmeyelim dedi ve o an kitabın ismini koydu. 46 dişil hikâye + bir adam = 47 insan öyküsü. Cinsiyetçi değil, birleştirici birleştirici bir kitap. Geçmişten günümüze hayatlarıyla, yaptıklarıyla, başarılarıyla iz bırakmış kadınların hikâyeleri ve bizim onlar için yazdığımız şiirler, öyküler. Kısaca içimizde sakladığımız Tanrıçalar var. Ki o Tanrıçalar aramızda dolaşıyor.
Dünyanın en güzel ve korkutucu duygusudur annelik. Her zaman söylerim her anne biraz şizofrendir. Çünkü aynı anda hem bir kadınsın, hem bir annesin, hem de mucizevî bir şekilde senin vücudunda büyüyen o canlıya dönüşüyorsun. İnsanüstü bir sevgi, sınırsız bir koruma hissi ve korkutucu bir güç. Bir annenin çocuğu için yapamayacağı şey yoktur. Bu keskin tarafları olan bir gerçekliktir. Bir de dezavantajlı bir çocuk annesiyseniz. O zaman ortaya garip bir enerji çıkıyor. Aslında kendimi anlatırken tek bir cümle kuruyorum. Ben bir anneyim. Önceliğim bu ki bundan hiç rahatsız değilim. Kadınlığım, şairliğim sonradan geliyor. Böyle olunca da hayata bakış açım bir çocuğun penceresinden oluyor. Onunla büyüyorum, olgunlaşıyorum, sivri yanlarımı törpüleyip iyileşiyorum.
Rüzgâr Otizmli(Atipik Otizmli) bir çocuk. Henüz iki yaşına girmemişti bu tanı konduğunda. Ve Rüzgâr tanı konuğu andan itibaren Otizmli bir birey olduğunu biliyordu. Bunu saklamak gereği hiç hissetmedim. Ben onu bir savaşçı olarak görüyorum. Çok zor dönemlerden geçti. Bir sürü yasaklar, kurallar, zorlu yorucu bir eğitim ve fizik tedavi süreci. Hiçbir zaman pes etmedi, yorulmadı. Yavaş ama sağlam adımlarla ilerledi. Sonsuz bir hayal dünyası var. Kararlı, çalışkan, sanata düşkün, kitap okumayı seven ve öğrenmeye çok hevesli bir çocuk. Şimdiden idealleri var. Dört yaşsından beri Astronot olmak istiyor. Bu hiç değişmedi. Uzay ve gezegenlere karşı büyük bir merakı var. Aynı zamanda işitsel zekâsı çok iyi. Bir çok enstrüman çalma isteği var. Çok güzel türküler, şarkılar, aryalar söyler. Yaşının üstünde bir nezakete sahip. Buda onu oldukça merhametli yapıyor. Ve her şeyden önemlisi mutlu bir çocuk. Adına gelince ilk andan itibaren aklıma gelen tek isimdi. Rüzgâr güçlüdür, taşıyıcıdır, bir hafızası vardır. Ömrü boyunca ona farklı duygular yaşattır umarım adı.
Farkhunda Malikzada. Nasıl hastalıklı bir çağda olduğumuzun, inanç uğruna tüm insani değerlerin nasıl yerle bir edildiğin, birbirimize karşı nasıl tahammülsüz, sevgisiz olduğumuzun ve kadının nasıl önemsizleştirildiğinin çok acı bir kanıtıdır. Sevgili Banu Başeren, Farkhunda için şöyle demiştir; “Bir asır sonra Farkhunda bir Tanrıça olarak anılacaktır.”
Kaplumbağalar Da Uçar
Mehtap Ceyran- Bekleyişin Şarkısı. Çok fazla şehir dışına çıkamıyorum. İstanbul’un görmediğim semtlerini geziyorum. En son Balat’ı gezdim.
Dosyanın adı Rüzgâr çünkü ilk şiir ana ait, onun yazdığı bir şiirle başlıyor. Aslında benim ona bıraka bileceğim tek şey şiirlerim. Onun için kıymetli bir hatıra olacak. Ben uzun yıllar şair yanımı bastırmış bir kadın olarak yaşadım. Sonra bu bastırılmış duygu beni “Erkek Ağzı” ile yazmaya yöneltti. Açıkçası bu özgürlüğü sevdim. Kendime yazılmasını istediğim şiirleri yazdım. Rüzgâr dosyasının içinde bu şiirler var sıklıkla. Aşkla beraber büyüyen yaranın kabuklaşma evresi. Yaranın sızlaması, kanaması ve iyileşmeme isteği. Aragon ‘un dediği gibi; “Mutlu sevi yoktur.”
Aslında ben bu konuya çok felsefi bakmıyorum. Programlanmış bir varoluş var. Dilediğimiz kadar sorgulaya biliriz. Bir varoluş olduğu gibi, bir son bulmada var. Bu döngünün içinde insan olarak doğmuş, yaşıyor ve öleceğiz. Sonrası bir bilinmezlik. Ben bir var edenin varlığına inanıyorum. Ama aynı zamanda sorgulamaktan da korkmuyorum. Us bunu gerektirir. Aksi olsaydı farklı yaratılırdık.
Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Orhan Veli Kanık
Şehir hayatı yorucu. İstanbul gibi büyük ve kalabalık bir şehirde olunca daha yorucu oluyor her şey. Benim en zorlandığım nokta kalabalık yüzünden anı yaşayamamak. O kadar hızla ilerliyor ki her şey, sürekli bir yerlere yetişme telaşında oluyor insan. Bu yüzden onca güzel şeyin farkına varamıyor. Birçok imparatorluğa ev sahipliği yapmış bir şehir İstanbul. Nerdeyse her noktasında bir tarihi doku var. Sanırım benim için en cezp edici yanı bu. Dinginliği seven biri olarak benim için fazla gürültülü olsa da seviyorum İstanbul’u.
İyi bir şiir okuyucusuyum. Genç Şiir’i yakından takip ediyorum ve başarılı buluyorum. Çok iyi şiirler, metinler ve dergiler çıkarıyorlar. Kendi adıma söyle bilirim ki ben daha fazla yeni şair ve yazar okumak istiyorum. O bilindik dergilerin dışında birkaç yürekli insanın bir araya gelip imece usulü çıkardığı dergi ve fanzinler bana daha samimi geliyor. Hep o bilindik isimleri okumaktansa, yazdıklarını yayımlama fırsata bulamamış yeni isimleri okumak daha kıymetli benim için. Bir de daha fazla kadın şair ve yazar okumak istiyorum. İstanbul da yaşadığım için zaman zaman sanatsal etkinliklere katılma fırsatı buluyorum. Ama genelde bu etkinlik yeri ve saatleri bir kadının rahatlıkla gidebileceği zaman dilimi içinde olmuyor. Örneğin ben bir anne olarak akşam dokuz ve sonrasında olan bir etkinliğe katılamıyorum. Hem sorumluklarım var, hem de maalesef bir güvenlik sorunu var. Bu yüzünden edebiyat dünyası erkeler için daha kolaylıklarla dolu.
Şüphesiz ki sanat bir yaratıcılıktır. Ama kişiye göre değişen bir tarifi var. Benim babam inşaat ustasıydı ve beni küçükken yaptığı inşaatlara götürdü. Fayansları duvara dizişi bile benim için bir sanattı. Fayanslara şerbet verdikten sonra silmek için, varillerin içinde ki suya süngeri batırıp çıkartırken, süngerden akan suyun çıkarttığı o ritmik seste benim için bir sanattı. Yedi yaşında ki oğlumun çizdiği şekillerde bir sanat. Baktığında anlamsız sıradan karalamalar gibi görünse de ona sorduğumda bir tavus kuşu resmetmişti. Çünkü onun hayal dünyasında rengârenk kanatlarıyla tüm ihtişamıyla bir tavus kuşu görüyordu. Hayal ettiğimiz her şey sanattır. Bunu yansıtma biçimi pekte önemli değil.
İlginç değil ama benim için çok önemli bir anım var. İlk yazmalıyım dediğim an bir Ayçiçeği tarlasını gördüğüm andı. Ben üç tane abiyle büyüdüm. Erkek çocuklarının yapa bileceği tüm haylazlıkları bende yaptım onlar sayesinde. Bir gün sabah erkenden yanlarına yiyecek içecek alarak oturduğumuz bölgenin yakınında ki Aydos Tepesi’ne çıkmak için yola koyuldular. Sekiz dokuz yaşlarındayım onları gizlice takip ettim. Bir saat kadar yürüdükten sonra küçük bir gece kondu evinin yanında o evle tezat kocaman bir Ayçiçeği tarlası gördüm. Önce ne olduklarını anlamaya çalıştım sanki resimler de yaptığımız o gülen güneş, yüzlerce parçaya bölünmüş ve ışıl ışıl parlıyordu. Dakikalarca baktım o tarlaya sanırım ilk şiirimi orda kâğıt kalem kullanmadan yazdım. Ve o andan şu ana kadar yazdığım her şiirde Ayçiçeklerinin izi var.
Oğlum Rüzgârla, kendi yaptığı uzay aracıyla uzaya gittiğimizi hayal ettik.
Siyah. Siyahın tüm renklerin üstünü kapatışını seviyorum.
Ben teşekkür ederim. Size de yayın hayatınızda başarılar. Serüveniniz uzun ve keyifli olur umarım.
Şair – Gazete Praksis Kültür & Sanat Editörü